Küçük Ağa Romanının İncelenmesi

A-DIŞ YAPI İNCELENMESİ

ESERİN ADI: KÜÇÜK AĞA
YAZARI: TARIK BUĞRA
BASIMYERİ VE TARİHİ: İLETİŞİM YAYINLARI
2005 8.BASKI
İSTANBUL
B-İÇ YAPI İNCELENMESİ

1-Konu yönünden
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti eski gücünü yitirmiş. İsyanlar ve işgaller başlamış, devlet bunlarla ilgilenmeyince de halk bir çıkmaza sürüklenmiştir. Vatanı kurtarmak için pek çok birlik kurulmuş, bu yüzden halk ikilemler arasında kalmıştır.
Milli Mücadelenin anlatıldığı bu eserde yazar olayları halkın içinden anlatmıştır. Halkın milli mücadeleye bakışlarını, düşüncelerini, duygularını, yaşadıkları olayları yine halkın gözüyle, onların bakış açısıyla ele almıştır.
Akşehir’de geçen olaylar Salih’in savaştan dönmesiyle başlar. Salih Arabistan çöllerinde sağ kolunu kaybetmiş, yüzünün sağ tarafına ağır yaralar almış bir askerdir. Geri döndüğünde Akşehir’i eskisi gibi bulmaz. Çocukluk arkadaşı Niko’nun, köylülerin hatta annesinin ona bakışı değişmiştir. Artık o Çolak Salih’tir.
Yurdun her bölümü gibi Akşehir’de bir karışıklık içindedir. Bu sırada İstanbullu Hoca lakabıyla Mehmet Reşit Efendi gelir. Onun gelmesiyle köy ikiye ayrılır. Kuvayı Milliye taraftarları ve İstanbullu Hoca taraftarları… İstanbullu Hoca Kuvayı Milliye aleyhinde vaazlar vermeye başlar ve bunlar gittikçe artar. Kısa zamanda İstanbullu Hoca Kuvvanın düşmanı olmuştur. Ayrıca genç yaşına rağmen İstanbullu Hoca köylülerin saydığı ve sevdiği birisi haline gelmiştir. Bu durumdan rahatsız olan ve bu durumla başa çıkamayıp çaresiz kalan Kuvvacılar İstanbullu Hoca üzerine vur emri çıkarırlar. Bunu öğrenen İstanbullu Hoca ne yapacağını bilemez. Yeni doğan çocuğunu bile göremeden kaçar. İstanbullu Hocanın kaçtığı kısa zamanda yayılır. Bu sırada Akşehir’de Kuvvacıların sayısı artar. En iyi arkadaşı Niko’nun Pontus Devleti kurmaya çalıştığını öğrenen Salih de Kuvvacıların arasına katılmıştır. İstanbullu Hocayı bulup öldürmek de onun görevidir. Salih İstanbullu Hocayı aramaya başlar ve Hocayı çete reisi olmuş bir halde bulur. Salih hocayı ikna eder. Artık İstanbullu Hoca Küçük Ağa’dır. Küçük Ağa aklını ve bilgisini kullanarak kısa zamanda büyük bir birlik oluşturur. Birliğiyle Çerkez kardeşlerin yanına katılır. Çerkez Etem ve Çerkez Tevfik ilk başlarda birer Milli Mücadelecidirler. Sonraları ise Batı Cephesi Komutanlığıyla araları açılır ve ayrı bir yol çizmeye başlarlar. Bu yüzden düzenli orduya ve Ankara’ya karşıdırlar. Fakat Çerkez kardeşlerin güvenini kazanan Küçük Ağa Ankara taraftarıdır. Çerkez Etem’in düzenli orduyu çökeltme planını bozar. Bu yüzden Etem büyük bir yenilgiye uğrar. Küçük Ağa ise Ankara’ya gider. Orada Mehmet Akif Ersoy ve Hasan Basri Bey ile tanışır. Milli Mücadeleye faydalı olmaya devam eder. Fakat bir süre önce Akşehir’e gönderdiği Salih’ten haber alamaz. Bu yüzden Akşehir’e gider. Burada daha önce hiç görmediği çocuğu Mehmet ile tanışır. Fakat kendisi gidince başkasıyla evlendirilen karısı Emine ölür. Emine’nin ölmesi üzerine tekrar Ankara’ya gider. Bundan sonra onun için yeni bir devir başlamıştır.
Akşehir’de; hocanın karısının evlendiğini ve Milli Mücadeleye çok büyük katkıları olan Ali Emmi’nin öldüğünü öğrenen Salih kaçıp gider ve ortadan kaybolur…

2-Yazılış tekniği yönünden

Yazar eserde halkı olduğu gibi anlatmaktadır. Kimi bölümlerde halkın kullandığı dili olduğu gibi almıştır.
Eserin türü romandır.

3-Kahramanları yönünden

Eserin belli başlı kahramanları Küçük Ağa(İstanbullu Hoca), Salih, Çerkez kardeşler(Etem ve Tevfik), Ali Emmi, Ağır Ceza Reisi, Emine’dir.
Küçük Ağa (İstanbullu Hoca): Genç olmasına rağmen gür ve siyah sakalı olan, gözleri yeşile çalan açık ela, körpe yüzlü, boylu poslu ve pehlivan yapılıdır. Bu yapısını hafifçe öne duruşu ve yumuşak hareketleriyle biraz gizleyen biridir. Küçük Ağa olmasından sonra pehlivan yapısı daha da ortaya çıkmış ve sakallarını kesmiştir.
Çok akıllı ve fedakârdır. Derin ve canlı bir tiptir. Bakışlarındaki mana, şefkat, tevazu ve hüzün ile didikleyici, meydan okuyucu, sorguya çeken, hüküm veren ışıltılar oluşuyordu.
Asıl adı Mehmet Reşit’tir sonradan adı “Küçük Ağa” olur. Milli Mücadele’yi kazandıran unsurlardan birisini, din adamlarını temsil eder.
Kuvvayı Milliye’ye ilk başta karşıdır. Fakat Küçük Ağa olmasıyla durum değişir. Küçük Ağa iken en yakınlarından birisi Salih’tir.
Salih: Sağ kolunu savaşta kaybetmiş yüzüne ağır yaralar almıştır. Yiğit bir delikanlıdır. Zor karar veren ama verdiği karardan dönmeyen birisidir.
Ona Çolak derler. Savaştan sonra iyice çökmüştür. Savaştan ilk geldiğinde köydekilerin ona bakışı iyi değildir. Özellikle arkadaşı Niko’nun vatana ihanet ederek Karadeniz’de Pontus devleti kurmak istemesiyle iyice dağılır. Fakat Kuvvayı Milliye ile kendine gelir. Kısa zamanda Milli Mücadeleye faydalı birisi haline gelir.
Çerkez kardeşler (Çerkez Etem, Çerkez Tevfik): Başlarda vatan ve millet için çok büyük hizmetler vermişlerdir. Fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında zıt fikirleriyle zararlı olmuşlardır.
Ali Emmi: Alnındaki kırışıklıkları olan, ihtiyarlıktan elleri, sakalı titreyen bir adamdır. Tel çerçeveli gözlükleri vardır. Ak saçı ve sakalı vardır. Bir toprak adamıdır. Bütün benzerleri gibi toprağın sabır ve sükûnunu içine sindirmiş bir Akşehir köylüsüdür.
Romanda Milli Mücadele’nin “millet” unsurunu temsil eder.
Ağır Ceza Reisi: Kısa boyuna rağmen heybetli duruşuyla sağlam bir kişiliktir. Sade, alçakgönüllü ve dürüsttür. Ama gerektiği zaman inatçı ve yırtıcıdır. İyi bir tahsil ve terbiye görmüştür.
Emine: Daha on beşine basmamıştır. İnce belli fakat dolgun körpe bir kızdır. İri, simsiyah gözleri, hafifçe çatık hilal kaşları, kırmızı ve kalın dudakları, narin ve çekme burnu ve pespembe tenli çok güzel bir kızdır. Huyu da yüzü gibi çok güzeldir. Temiz, namuslu, zengin bir ailenin bir kızıdır
Ayrıca romanda Gönülsüzlerin Haydar Bey, Topbaşların Halis, Yüzbaşı Hamdi, Yüzbaşı Nazmi, Küçük Hacı gibi kahramanlar vardır. Hepsi de Milli Mücadele’nin isimsiz yiğitlerindendir.
Eserdeki tüm kişiler Milli Mücadelecidir. Bu yüzden hedef ve amaçları aynıdır. Hepsi vatanı, milleti kurtarmayı amaçlar. Fakat bunun için farklı yolları seçerler. Aralarındaki anlaşmazlıkların sebebi de budur.
Romandaki kişiler genelde lakaplarıyla çağrılırlar. Bu lakaplar dış görünüşleriyle (Çolak Salih gibi) veya mensup oldukları sosyal tabakayla (İstanbullu Hoca,Yüzbaşı Hamdi, Küçük Hacı gibi) ilişkilidir.

4- Yer ve zaman yönünden

Olay Akşehir’de geçmektedir. Akşehir’in Topyeri ve Çobankaya’nın arasındaki Tekke Deresi’ni bir üçgenin tabanı gibi kapatan Taşoluk Sokağı iki fırın, bir bakkalı, bahçeli ve iki, üç katlı evleri ile Ak-şehir’in gözde semtlerinden birisidir. Sokağın tam ortasında Halıhane’nin büyük bahçesine dayanan bir çıkmaz vardır. Salih’lerin evi bu çıkmazın sol tarafında, en diptedir. Kasabanın değişmeyen, hatta büsbütün canlanan bir yönü de vardır: Gâvur Mahallesi. Burada Minas’ın, Yorgo’nun meyhaneleri vardır. Gâvur Mahallesi ile diğer mahalleler arasında pek mühimsenecek bir fark yoktur. Sadece evlerin tipleri biraz değişiktir.
Ayrıca olaylar kahvede, camide ya da çete reislerinin evlerinde geçmektedir.
Olaylar Birinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmektedir.
Bunların dışında eserde yer ve zaman kavramı üzerinde pek fazla durulmamıştır. Sadece genel olarak bahsedilmiştir. (Akşehir, Birinci Dünya Savaşı sonrası)

5- Dil ve anlatım yönünden

Eserin dili anlaşılır ve akıcıdır. Yazar bunu; halkın o dönemde kullandığı kelimeleri seçerek sağlamıştır. Ayrıca halkın kullandığı kelimelere doğrudan yer vererek eserin doğallığını sağlamıştır.
Eserde anlatım ikinci kişi ağzından yapılmıştır.

6- Yazarın kişiliği yönünden

Tarık buğra, Kurtuluş savaşı’nı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sorunlarını konu alan siyasal roman geleneğimizin Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kemal Tahir gibi köşe başlarından biridir. Ancak o, bu geleneğe hâkim olan millici modernist yaklaşımdan farklı olarak, bu süreci İslamî muhafazakâr referansları, duyarlılıkları ile yaşayan insanların açısından ele alır.
Eserlerinin özgün yanı, bu kurtuluş-kuruluş sorununu küçük taşra kasabalarına taşımış olmasıdır. O nedenle Tarık Buğra’nın romanlarında modern ile geleneğin, millilik ile İslamîliğin arasındaki çatışma ve gerilimlerin her düzeydeki tezahürleri, taşranın, küçük kasabaların sade, iddiasız insanlarının alabildiğine gerçekçi dünyalarındaki hâliyle önümüze serilir.
Modernist-millici roman türünde olumsuz değilse bile edilgen, çoğu kez basmakalıp tiplemelerle temsil edilen halk, burada kurtuluş-kuruluş sorununun tüm iç çatışma ve sancılarını, aklında, vicdan ve inancında kendi yerelliğinin motifleriyle yaşayan, sahici insanlar olarak yer alır.
Kurtuluş Savaşı’nı izleyen büyük dönemeçler ve dönüşümlerin, toplumsal gerilimler ve uzlaşmaların “halk” katından en yetkin anlatımıdır Tarık buğra’nın romanları.
Eserleri
Hikâye: Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964, yeni ilavelerle 1969)
Tiyatro: Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı – 1979
Gezi Yazıları: Gagaringrad (Moskova Notları) (1962),
Fıkra ve Deneme: Gençlik Türküsü (1964), Düşman Kazanmak Sanatı (1979), Politika Dışı (1992).
Roman: Siyah Kehribar (1955), Küçük Ağa (1964), Küçük Ağa Ankara’da (1966), İbişin Rüyası (1970), Firavun İmanı (1976), Gençliğim Eyvah (1979), Dönemeçte (1980), Yalnızlar (1981), Yağmur Beklerken (1981), Osmancık (1983).
Senaryo ve oyunu: Sıfırdan Doruğa-Patron (1994).

Mayıs 27, 2012 tarihinde Roman İnceleme içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin. Yorum yapın.

Yorum bırakın